Başlık mı? Başlık Yok

BAŞLIK MI? BAŞLIK: YOK
Ama benim hiçbir şeyim yok.
Dünyanın en yoksul yerinden yazıyorum, evimizin perdeleri kolalı.
Dünyanın en yoksul yerini, virane bir yer sanmayın. Yoksulluk bazen yoksunluktur ya da yoksundur, yok olmaktayım.
Her günün erken saatlerinde hayatın başlamasına tahammül edemiyor insan, yapacak çok şeyim var, yapmam gereken aslında,
Bir yerden tutuyorlar beni, kapı önünde ayaküstü lafa tutan komşu teyze gibi.
Ayaküstü, bitmek bilmeyen kavga var yeryüzünde.
Birileri, hep bir başkalarının hayatına müdahale etmekte, göz dikmekte kendinde olmayana.
Ben göz dikemedim, gözüm almıyor bu kadar fazla şeyi.
Çünkü zor, kendinde olmayan şeylerin ağırlığı, imrenerek geçecek derecede küçük değilse, hangi birine ulaşmak isteyeyim diyor insan.
Ulaşmak aynı değil gerçi, göz dikmekle. Kötü amaçlarla iyi bir şeye, şeylere ulaşamaz insan. 
Ben bu yüzden hiç, benim olmayana göz dikmedim, istedim sadece.
Uğrunda bir savaş vermeden isteyince, yer gökle yer değiştirse bile istediğine ulaşamıyormuş insan, vermediğim savaşların yenilgisinden sonra yasını tutmak, bence de bana hiç yakışan bir davranış değildi.
Zaten bugünlerde istemli istemsiz ne yapsam bana yakışmıyor gibi artık.
Üzerime ne giysem, başkasının hakkı var, dünya yanarken, yarına ne giyeceğini düşünmeden uyuyuveriyormuş insan. 
Dünyanın en aç bölgesinden yazmaktayım. 
Ne çok doymuyoruz açlığa, nereden baksan hep açız, doymak bilmiyormuş insan, tokluğunda bile yediği ekmeği paylaşmayan bir toplumun içerisinde, çok zor şartlarda empati yapmaya çalışmaktayım.
Birinin açlığını gidermeye çalışırken bile ilgiye aç, gösterişe aç, aslında insanlığa aç bir şekilde dolaşıyoruz. Herkesin yaptığı iyiliği bir başkasına gösterme çabası var, hatta bazılarının savaşı. 
O kadar çoğunlukta ki çoğunlukta olmasının suç sayılmasını istediğim topluluklar,
Sanki yaptığı iyiliği göstermese, yapmadı diye suçlanmamak için de gözümüze gözümüze sokuyor bazıları da.
Çünkü bu çağda, görünmeyen ellerin iyileştirdiği yaralar konuşulmuyor. 
Konuşulan sadece gerçek olduğuna inandırılmaya çalışılan yalanlar.
Dünyanın en karanlık odasından yazmaktayım, karanlıktan korkmadım hiç, ama sessizlik bu hayattaki en büyük korkumdur benim. 
Çünkü gördüm, güneşin doğmadığı tek bir gün yok. Ama sessizlik.
Sessizlik çağın en kötü hastalığı olsa gerek. Ne çok sessiz bazı insanlar.
Haksızlıklara tahammül seviyesi yüksek bir toplumun içerisinde, en ufak bir başkaldırıda, sanki başımla gövdem birbirinden ayrılacakmış hissi veren laik bir çağdan yazmaktayım. 
O kadar laik ki hatta, düşüncelerimizi özgürce söyleyebileceğimiz bir ortama sahibiz, yalnız sonuçlarına katlanmak şartıyla. 
Belki ben yanlış öğrenmişimdir diyor kimisi, kimisi sadece susuyor.
Sonuçlarına katlanmak, bir işe kalkışmaktan daha zor olsa gerek.
Evet sessizlik!
Konuşması gerekenler duyulmuyor.
Yok olmaktayım.
Yok olmak ne demek onu bile bilmiyorum aslında, sadece gün geçtikçe susmakta, yoksun kalmakta, "şunu yaparsan benim için "yoksun" olmaktayım. Yok olmak ölmek mi demekti sadece, yanlış biliyorsam düzeltin; 
nüfusta varken yok sayılmakla, aslında yok olmaktayım. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tanımsız

Tanısanız Siz De Severdiniz